Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mayıs, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

HİTLER'İN MAKAM ODASI

HİTLER'İN MAKAM ODASI    Hitler, II.Dünya Savaşı'nın güç simgesi diktatörü. İnsan psikolojisine gerek konuşmaları gerekse beden diliyle hakim olmayı başarılı bir şekide yapabilen nadir kişilerdendi. Fakat onun bu gücünü en çok gösterdiği başka bir yer daha vardı. Burası onun makam odasıydı. Odasının kabaca krokisi aşağıdaki gibiydi.    Hitler'in hiçbir hareketinin, konuşmasının tesadüf olmadığı gibi masanın konumu da tesadüf değildi. Masanın konumunun nedenini açıklarken diğer eşyaların da konumunun nedenini açıklayacağım.    Odaya giren bir kişi kırmızı halıda yürürken kırmızı renkten dolayı tehdit, güç ve tedirginlik hisseder. Fakat masa olması gereken yerde olmadığı için kırmızı halıdan çıkıp çıkmama konusunda tedirginlik hisseder. E ne de olsa karşısında Hitler var. Daha sonra gelip sandalyeye oturduğunda ise karşısında beyaz duvar arkasında ise pencere yani boşluk vardır. Alçak sandalye oturana kendisini ezik hissettirmeye başlarken pencereden dolayı d

RUH SÖZÜ

RUH SÖZÜ Bedenimizin temel ihtiyaçları vardır. Bedenimiz esaretinde varlığını sürdüren ruhumuzunda yaşamı bazı temel değer ve ihtiyaçlara dayanır. Bu ihtiyaçların ilki ve en hayati olanı bugün bu satırların konusu. Ailelerimizin ve yaşadığımız toprakların bizim için seçtiği dini küçücük yaşlarda kabullenip belkide hiç sorgulamadan mezara kadar bu inanç üzere olmamızın temel nedeni bu ihtiyaçtır. Bu uzun tasvir cümlesinden sonra tahmin etmek çokda zor olmasa gerek; evet, inanmaya duyulan o yoğun açlık ve ihtiyaç... Bir yaratıcının varlığına inanmayı reddetmiş insanlar bile yaratıcının yokluğuna inanmaktadır. Çünkü inanmak kabullenmeyi getirir ve kabullenmekse beyinimizdeki o dağınık ve hiç susmayan sesleri bir anda kesiverir. Muhalefet iyi değildir! İnsanların ihtiyaçları ezelden beri hep bir finansal kaynak olarak kullanılmış ve daima suistimal edilmiştir. Masum insanlar ilkel ve modern kapitalistlerin kurbanı olurken; daima bir grubun cepleri ve benlikleri tatmin olmuştur.  Bugün

BİR İNSANI NASIL TANIRIZ?

BİR İNSANI NASIL TANIRIZ?   Bu yazı da " bir insanı nasıl tanırız? " sorusunu siyasetçiler ve liderler üzerinden kısa bir yazıda cevaplamaya çalışacağım. Bu yazı basit ve kısa şekilde temel beden dili bilgileri üzerine olacaktır. Diğer devam yazılarımız da ise bu konuları derinlemesine inceleyeceğiz ve sizi sosyal hayatınızda insanları rahatça tanıyan, size karşı kötü amaçları bulunan insanları tespit etmek konusunda başarılı bir birey haline getireceğim.    İnsanlara sanırım iyilik yapabileceğim konulardan biri insanları nasıl tanırız sorusuna kişisel deneyimlerimle en doğru şekilde anlatmaya çalışmak olacaktır. Beden dili üzerine sanırım yaklaşık 5 yıldır yerli ve yabancı içerikleri okuyup insanlar üzerinde test ediyorum. Geçerli teknikleri not edip kendimi o yöntemlerle tekrar yaparak güçlendiriyorum. Eğer bir insana karşı ilk 10 saniyede psikolojik üstünlük elde ederseniz o kişi inançlarına zıt bir konuya bile iknâ edebilirsiniz. Bu yazının ikincisinde bir ins

KÜÇÜK ÇOCUĞUN HİKAYESİ

KÜÇÜK ÇOCUĞUN HİKAYESİ  Bu gün size küçük bir çocuğun hikâyesini anlatmak istiyorum.   Bir gün bir bu çocuk daha 2.sınıftayken öğretmeni ona ödev vermiş demiş ki " Herkes isminin anlamını öğrensin!". Tabi ki bu çocuk koşa koşa eve gitmiş ve Türkçe sözlüğünü çıkarmış isminin anlamına bakmış.  Özgür: Hür, bağımsız, tutsak edilemeyen.     Ufaklığın gözleri parlamaya başlamıştı. İsminin anlamı muhteşem gelmişti ona. Fakat ismine lâyık mıydı? Bilemiyorum. Fakat aradan yıllar geçince özgür olmanın hareketlerden daha çok fikirde özgür olmanın önemli olduğunu fark etti. Fikirlerine gem vurdurmadı, tutsak edilemedi. Sadece düşündü özgürce...     Onu tanıyan herkes tek bir konuda hem fikirdi. İsminin anlamını taşıyordu. Onun özgürlüğü adından gelmiyordu aslında düşünmesinden geliyordu. En zor durumlarda bile hayal kurmayı çok severdi. Zor problemleri de böyle çözerdi zaten.     Peki ya siz ufak bir çocuk kadar özgür müsünüz? Belki istediğiniz yerleri rahatça geziyorsunuz

Ah Sosyal Medya

Ah Sosyal Medya Son yıllarda sosyal medya kullanımı arttı ve bununla beraber insanlar, gittikleri yerler, yedikleri yemekler, kurdukları ilişkiler de dahil olmak üzere nice şeylerini internet üzerinden paylaşmaya başladı. İlk başlarda yaptıkları şeyleri paylaşan bu insanlar şimdilerde paylaşmak için bir şeyler yapar oldu. Yakın zamanlarda ise bu sosyal medya silsilesine katılan yeni üyeler var; Kitaplar. Toplumun her kesimi şimdilerde kitap okumanın faydalarından bahsediyor. "Ne olursan ol, gel!" sözü dahilince "Ne okursan oku, gel!" mottosunu benimsemiş durumdalar. Okuma oranı düşük olan ülkemizde her ne kadar bu fikir duyan kulakları şenlendirse de işler hiç bu kadar masumane değil. Okumanız gerektiği gibi ne okuduğunuzda bir hayli önemli. Hele de popülarite ve sosyal medyadan haberdar olma yaşı bu kadar düşmüşken, toplumumuzun ve gençlerimizin ne okuduğu bir hayli önemli. Ne acıdır ki artık kitapların satılma oranları bile reklamının ne kadar i

KAKTÜSLERİ DE SULAYALIM

  KAKTÜSLERİ DE SULAYALIM      Hepimiz biliriz değil mi kaktüsü? Hani şu dikenli ve çirkin bitki. Asla dokunamadığımız ve gözümüze çirkin görünüp pek de bir faydası olmadığı için daima bakımını aksattığımız bitki. Malum çok fazla su da beklemiyor sizden, halbuki siz ona su verseniz o da biraz güzelleşmeye çalışacak. Belki de size bir çiçek verecek gövdesinden çıkardığı.     Şimdiyse bakmakta olduğunuz o bitkiden kafanızı kaldırın ve etrafınızı bir gözden geçirin. Her yer tıpkı kaktüse benzeyen dikenli insanlarla dolu. Kiminin dikenleri toplum tarafından yanlış bilinen şeyleri yapması, kimininki ise suça karışarak pislik çukuruna düşmesi. Herneyse artık bu dikenler, kaktüs misali insanlardan uzaklaştırıyor biz kendini çok beğenmiş insanları. Halbuki yeterince ilgilenilse çiçek açacak belki bu insanlar. Ama kimsenin durup birbiriyle ilgilenmeye vakti yok; hatta kimsenin kendiyle ilgilenmeye bile vakti kalmadı. Peki ne yapıyor bu insanlar bunca vakti? Ben söyleyeyim size; asla ilgil

KİŞİSEL GELİŞMEK

            KİŞİSEL GELİŞMEK      Yeni trendimiz kişisel gelişim kitapları. Çünkü vadettikleri çok havalı ve ilgi çekici. Genelde başlarında anlatılanlar hep aynı. Başta başarısızlık sonra başarı ve büyük bir eve taşınmak, güzel bir kadınla birlikte olmak, lüks hayat yaşamak. Fakat bu bir yalandır! İnsan kendini geliştirebilir evet ama beraberinde çevresini de geliştirir. Yada çevresi onu geliştirir. İnsan ve çevre sürekli iç içedir. İnsan toplumsal varlıktır çünkü. Tek başına geçirdiği vakit sınırlıdır.     Bu kişisel gelişim yalanının reklamların yalanlarıyla birebir aynı. Meselâ bir marka diyor ki "Bu saati sadece karizmatik/güzel olanlar takar." Herkes koşa koşa saati almaya gidiyor. Neden olarak size çok basit bir cevap verebilirim. Kendilerinde olmayan özellikleri parayla yada herhangi bir ürünle elde edeceğini zannediyorlar.     İhtiyacımız olan şey kıskançlık yapıp tek başımıza gelişmeye çalışmak değil. Toplum olarak gelişirsek kişisel olarak da geliş

Bir Şeyler Bir Şeyler

Bir Şeyler Bir Şeyler Bir süredir buraları ve bununla beraber "bizi" ihmal ettiğimi farkettiğim bir anda, bir şeyler yazmaya karar verdim. Akabinde "Yazmalı fakat ne yazmalı?" sorusu geldi. Aklımdan birden çok konu geçmeye başladı. Önemli bir buluşma için giyeceğiniz kıyafeti düşünürken zihninizde gardrobunuz canlanır ve gözünüz önünde canlanan kıyafetlerinize bir çok bahane bulursunuz ya, işte tam olarak öyle bir şeydi. Aklımdaki konulara daima bahaneler buluyordum çünkü hiçbiri tıpkı o buluşmada gardrobunuzdaki o kıyafetlerinizin sizi yansıtmayacağı gibi bana çok uzaklardı. Hakkında belkide hiçbir şey bilmediğim ve bu kadar kısa zamanda da bilemeyeceğim konuların yazılacak şeyler düşünürken neden zihnime doluştuğunu merak ettim -Kardeşim, ben sizi bilmiyorum bu ne cüret diyesim geldi adeta-  Sonra farkettim ki günümüzün "Paylaş! Bilmesende "zannetiklerini" paylaş" mottosuna bir anlığına kendimi kaptırmışım. Kalem ve kağıt bulan ve bird

BU BENİM DERDİM

   Sanırım hepimizin temeldeki en büyük korkularından birini anlatmaya çalışacağım sizlere. Heveslerimiz vardır. Aşk, para, güzellik ve daha çok şey isteriz. Birini severiz, yada birine yardım ederiz. Birşeyler başarmaya çalışırız. Sırf ne için yaparız bunu? Sadece UNUTULMAMAK için. Yada belki de arada hatırlanmak umuduyla yaparız. İnsan sonunun olduğunu bilir ya hani. Bu onda bir korku oluşturur. Gerçek bir korku! Onlar gibi milyonlarca insan öldü ve çok az sayıda olanı hatırlanıyor. İşte bu işe yaramamazlık korkusu vardır. İnsanı içten yıkan bir sancıdır. Bende burada yazıyı sadece belki bir gün hatırlanırım diye yazıyorum. Belki de pek hatırlanmam fakat umut işte insanın hayatına tutunmasına en güçlü sebeptir kendisi. Bu bir makale, deneme yada herhangi bir edebi bir yazı değildir. Bu benim size içimi dökmem. Size anlattığım bu korku var ya hani, işte bu korku uzun zamandır içimde var benim. Bir aptalın derdi olabilir belki çoğunuz için. Fakat zamanında aynı derdi Mustafa Kemal&#